Ver Parayı Al Markayı

Ünlülere Bir Haller Oluyor!
Geçenlerde Akşam Gazetesinde okuduğum bir haber aklıma takıldı. Ünlülerin markalaşma çabalarını güzel bir dille ele almışlar.
Haberi okumak ve hayrete düşmemek elde değil biraz güldüren bir haber aslında ama ağlanacak halimize (?). Haberin başlığı şu şekilde ; "521 YTL'yi veren herkes marka olamaz!". Anlamadım gitti, bu insanlar markanın ne demek olduğunu neden anlamak istemiyorlar. Yani marka olmak Türk Patent Enstitüsü tarafından kenarı kırmızı kurdaleli bir belge almakmıdır sadece. Ne ala; Bastır parayı, al markayı(!). Bu alanda hizmet veren insanlar heryerde seminerler düzenlemek için canla başla çalışırken, marka yaratmak ve marka olmak stratejilerini insanlara benimsetmek için kendilerini parçalarken, bizim ünlülerimiz sağolsunlar, paparazilerde, orda burda, birbirleri ile dalaşıp etrafa taş atmaktan hiçbirşeyi öğrendikleri yok maşallah. Ama sorun bu değil aslında. Varsın onlar marka müracaatı yapsınlar, belgelerini bir güzel alsınlar. Peki neden biz millet olarak bu insanlara bir tepki ver(e)miyoruz. Onları neden çok önemli insanlar gibi hissetmelerini sağlayacak davranışlarda bulunuyoruz. Ajdarı bile televizyonlara çıkarıp, alkışlayan bizim ellerimiz değil mi?.
Konuya güzel bir bakış açısı getiren kişi de Şahin Tekgündüz. Sn. Tekgündüz, yazısında konudan şu şekilde bahsediyor;
"Eskiden marka mı vardı? Ülkeler, uluslar, toplumlar markalarıyla mı tanınırdı, adlarını tarihe markalarıyla mı yazdırırlardı? Aristolar, Eflatunlar, Arşimetler, Nevtonlar, sofoklesler birer marka mıydı? Daha yakınlara gelelim. Konfiçyus, İskender, Alpaslan, İbni Sina, Mevlana, Yunus Emre, Yıldırım Bayezit, Fatih Sultan Mehmet, de Gaulle, Churchill, Nedim, Nasreddin Hoca, Gandhi, Bertrand Russel, Kennedy, Karl Marks, Lenin birer marka mıydı? Doğrusu şimdi bakıyorum da, vahşi kapitalizmi yaşayamamış eski toplumların yaşamlarını markasız ve tatsız tussuz geçirmiş olduklarını görünce üzülüyorum, içim sızlıyor. İşin acınacak yanı ise, saydığım ve sayamadığım pek çok ünlünün o yıllarda birer marka olduğunu anlayamadan göçüp gitmeleri. Yazık olmuş, zavallılar marka olduklarını kavrayamadan, kavrasalar bile kanıtlamaya fırsat bulamadan ünlü olarak kalıvermişler tarihin derinliklerinde. Oysa kendilerine bir marka değeri biçip de o dönemin yetkelerine adlarını kaydettirip köşeleri dönselerdi ya. Gerçekten yazık olmuş yazık... Dünya tarihinin zavallı ünlüleri..."
Bu güzel yazı için kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum.
Ve gelelim Akşam gazetesinde yer alan konunun detayına;
"521 YTL'yi veren herkes marka olamaz"
Yine şöhretle marka birbirine girmiş. Yine iki dilekçe verip, 'Ben markayım!' diyen herkesin marka olduğu algısını yaratmaya, başta gençler olmak üzere insanları ve iş dünyasını yanıltmaya yönelik habercilik...
Dün büyük gazetelerimizden en azından üçünde iç içe verilmiş iki haber vardı. Biri bizdeki bireysel marka (!) durumu ile ilgili. Başlık şöyleydi: '521 YTL veren herkes marka olabilir!..' Diğeri, dünyadan çekip gittikten sonra hala isimleri üzerinden para kazanılan dünyaca ünlü starlarla ilgiliydi.Gazete haberine göre marka tescili almış olanlar kimmiş? Hülya Avşar, Gülben Ergen, İbrahim Tatlıses, Özcan Deniz, Mahsun Kırmızıgül, Yılmaz Erdoğan, Kenan Doğulu, Cem Yılmaz, Mustafa Sandal... Şimdi bunlar marka ise ben de tramvayım... Aralarında Sezen Aksu yok. Marka olmaya en yakın namzet o da onun için herhalde...Marka, kapitalizmin en sofistike, en karmaşık ürünüdür... Soyut bir değer yaratıp onu ticarete, paraya tahvil etme meselesidir. Yani ikinci haberdeki, öldükten sonra bile tedavülde kalmaya devam eden Elvis Presley, Marilyn Monroe, Kurt Cobain, John Lennon, Albert Einstein gibi markalarla kapitalist sistemin yapmayı başardığı ciddi bir 'iş' süreci...'Türkiye'de şöhret var, marka yok!' diye iddia ederken, karşı çıktığım tam da bu başlıkların arkasında gizlenmiş olan ucuzcu anlayıştı. Düşünün bir kere. Yukarıda bizim isimlerden sizce hangisi -Allah gecinden versin- vefatından sonra da bir marka olarak kapitalist sistem içinde bir değer ifade edecektir?.. Şimdi sorun kendinize, iki dilekçe verip, 521 YTL harç yatırdın mı, marka olur musun?.. Ya da 'Ben markayım!' deyince... İşin traji-komik yanı, sadece gazetelerimizin öyle yazmaması... Şöhretlerimizin de bu saçmalığa inanmaları... İnanınca gerçekten marka olmak için gerekli olan o karmaşık, yönetsel araçlara, kadrolara ihtiyaç duyulan ve strateji, yatırım gerektiren yolu akıllarından bile geçirmiyorlar. Onun için de bu ucuzculukla ne Türkiye markası gelişiyor, ne de Türkiye'den çıkma şansı olan marka adayları...Haberdeki en komik öğe ise Türk Patent Enstitüsü Başkanı Yusuf Balcı'nın açıklaması. Balcı, Türkiye'nin bu yıl 70 bin başvuruyla Avrupa'nın ilk üçü arasında yer alacağını söylemiş. Sonra da eklemiş: 'Gelecek yıl Avrupa birincisi olmayı hedefliyoruz!' Sayın Başkana göre Avrupa'nın en çok marka çıkaran ülkesi olmamız an meselesi... Şaka gibi... Türkiye'nin uluslararası güçte markalarının bulunmadığı hususunda tüm uzmanların birleştiği bir dönemde bu haberlere gülmek mi, ağlamak mı lazım, bilemedim...
kaynak : http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=56628,10,152